Furkan Arısoy[1]
‘’ Değerli malların bariz tüketimi, soylu erkeğin boş
zamanının saygınlık şeklidir’’
-Thorstein
Veblen-
‘’ Eğer özgürlüğün ilk örneği baskının yokluğu ise; o
zaman uygarlık, bu özgürlüğe karşı savaş demektir.
-Herbert
Marcuse-
‘’ Tüketerek yaşıyoruz. Korkutucu aslında, ama kullan-at
ekseninde dönüyor hayatlarımız. Kayboluyoruz. Kaybettiklerimizi aramayı
aklımıza getirmeden, yenisini, iyisini ve kolayını istiyoruz. Eksilerek
yaşıyoruz.’’
-
Woody Allen-
İnsanoğlunun
üreme ve kendine uygun bir eş bulma süreci basit bir olgu değildir. Descartes’ın
deyimiyle düşündüğünün üstüne düşünebilen ilk insan türü olan Homo sapiensler,
kendinden önceki primatların aksine seslere, dile, iletişime daha çok önem
verdi. Homo sapiens, hayatta kalmayı başarmak noktasında diğer primatlardan
daha başarılı idi. Peki, Sapiens’i üreme ve kendi neslini devam ettirmek noktasında
bu kadar güçlü ve seçkin yapan şey neydi?
1880’lerde İngiliz Biyolog Darwin, doğal seçilim yoluyla
belirli türlerin ayakta kalıp, soyunu devam ettirirken, onlara nispeten daha zayıf
türlerin elenip yok olacağını ve insan soyunun da bu ‘’ güçlü, seçkin’’ tür’den
üreyeceğini ve yer küreye dağılacağını dile getirmişti. Doğal seçilim ya da
popüler ismiyle Evrim teorisinin günümüz modern insanın kökenlerini anlamamıza katkısı
inkar edilemez. Darwin’den sonra, 1930’lu yıllarda yapılmış biyolojik ve
genetik araştırmalara baktığımızda, doğada güçlü olanın güçsüz olana karşı her
zaman kazanacağını ve bu döngünün sonsuza dek süreceğini anlamaktayız. Lakin
teorinin gözden kaçırdığı bir nokta söz konusuydu. Türünü devam ettirmek
isteyen hayvan ya da primatın yalnızca güçlü olması , onun ‘’ karşı cins’’
tarafından kabul edilmesine yetmezdi. Daha egzotik bir şeylerin varlığı
gerekliydi. 1980’li yıllarda kimi evrimci psikolog ve biyologlar, Darwin’in
teorisini bir adim öteye taşıyarak doğal seçilime ‘’ seksüel seçilim’’i ilave
ettiler. Bu bilim adamlarına göre, erkek hayvan ve primatlar, neslini devam ettirmek adına dişi
partnerlerini seçerken onlara kur yapmalı ve güzel görünmeliydiler. Nitekim
dişiler, kendilerine en iyi ‘’ kur’’ davranışını gösteren erkeği seçiyor ve
onunla çiftleşiyordu. Fakat bir erkeğin dişiye kur yapması ya da ona güzel görünmeye
çalışması dişi için her şey değildir. Mutasyonlar, türün devamını sağlayan bir
uyum yeteneği geliştirir. Dişi, sağlıklı bir erkek ister ve ondan doğacak
çocuklar da sağlıklı olur ve bu özel ‘’ genom’’ gelecek nesillere aktarılırlar.
Ama süreç her zaman böyle devam etmez. Zararlı mutasyonlar, türün sakatlanmasına
neden olur ve zararlı mutasyon genleri taşıyan bir erkeği hiç bir dişi istemez.
Bir dişinin erkekten beklentisi üremeye yatkınlık, başarılı bir şekilde hayatta
kalma ve en az zararlı mutasyon taşıyan bir gene sahip olmasıdır. Böylelikle,
dişi bu kategoriye giren tüm erkekleri rahatlıkla kabul eder ve üreme davranışı
gerçekleşir. Zararlı mutasyon evresini atlatan erkeğin önünde zorlu başka bir
maraton daha vardır. Erkeğin cinsel süslere ve kur yapma davranışına sahip olması
gerekir. erkeğin kur yapma davranışının kökeni günlük hayatta gördüğümüz bir çok
hayvanın kur yapma davranışı ile sıkı sıkıya bağlıdır. Dişi tavus kuşları ile
erkek tavus kuşları, evrimsel süreçte eşit uzunlukta kuyruğa sahipken zaman
içinde erkek tavus kuşu, dişi tavus kuşunun dikkatini çekebilmek ve onu elde
edebilmek için daha uzun bir kuyruğa sahip olmuştur. Hatta denilir ki, erkek
tavus kuşlarının kuyrukları dişilerinkine oranla daha parlak ve gösterişlidir. Bu
gösterişli seksüel seçilime yönelik ilk fikirler Ronald Fisher tarafından dile
getirilmiştir. Fisher’in geliştirdiği seksüel seçilim teorisine göre, erkek
türler, dişilere kur yapabilmek için güç gösterilerine girerler. Ayni dişiye
talip olan iki erkek, savaşmak zorundadır ve kazanan daima ‘’ güçlü’’ bir gen taşıyacağından
dişi, bu erkekle soyunu devam ettirmekten yana olacaktır. Thorstein Veblen, gösterişli
tüketimi açıklarken ‘’ aylak sınıf’’ metaforunu kullanır.
‘’ …. Savaşmak
ve avlanmak güçlü erkeğe düşer. Kadın yapılması
gereken diğer işleri yapar; savaşamayacak ve avlanamayacak durumda olan
erkekler, kadınla aynı seviyede görülür ve kadının yaptığı işleri yaparlar. erkeğin
üretmekten çok, zor kullanarak bir kazanca ulaştığını söyleyebiliriz. Erkek ve kadının
isinin birbirinden en çok ayrıldığı dönemde şu gerçekle karşılaşırız; bir güç iddiası
taşımayan hiçbir iş erkeğe yakışır bir iş olarak adlandırılamaz. Güç kullanımı
veya sahtekârlık temeline dayanmayan hiçbir iş veya kazanç, o dönemin kendisine
saygısı olan erkek bir üyesi için kabul edilebilir değildir. ‘’ [2]
Veblen’in de bize gösterdiği gibi, tarihsel olarak boş
vakti yaratan şey, avcı ve toplayıcı toplumlarda erkeğin güç kullanarak elde
ettiği fazla urunu biriktirmesi ve bu ürünü partneriyle paylaşırken kendine özel
bir ‘’ aylaklık’’ alanı açmasıdır. Fisher’ın geliştirdiği seksüel seçilim
teorisini Amotz Zahavi[3],
1975 yılında yapmış olduğu çalışmalarla çeşitli katkılar sunmuştur. Ona göre,
kur yapan erkek, dişiye onun duyu organlarını doğrudan uyaran çeşitli sinyaller
gönderir. Bu sinyallerin ‘’ derecesi’’ erkeği dişinin gözünde değerli kılar. Örneğin;
Orta Amerika’daki dişi kurbağalar, yalnızca 800 hertz’lik erkek kurbağa
seslerini ayırt edebilirler. Dişi
kurbağa, üremek için bu ideal frekans aralığında bağıran ve serenatlar eden bir
erkek kurbağayı seçmeye meyleder. Kur yapma davranışı, israfa ve kendinden ödün
vermeye açıktır. Erkek türler, her zaman müsrif dans, müsrif hediye ve ön
sevişme gibi safhalardan geçmek durumundadır. Hatta diyebiliriz ki, modern insanın
ön sevişme davranışı, primatlarda aslında bir kur yapma ve kendini dişiye
sevdirme davranışından başka birşey değildir. Yukarıda dile getirdiğim Orta Amerika’daki
kurbağaların yansıra dev kambur balinalar da yüz desibele varan sesleriyle
dişilere kur yaparlar. Erkek dokumacı kuşlar, dişilerine süslü yuvalar yaparlar
ve onları rahat hissettirler. Geyik böcekleri, alt çenelerine tüm enerjilerini
kur yapabilmek için verirler. Erkek fil fokları, dişilerine güçlerini ispat
edebilmek için rakiple dövüş sırasında 450 gr yağ kaybederler. Erkek aslanlar,
dişilerini hamile bırakabilmek için onlarla günde 30 kez sevişmek zorundadır.
Burada verilen tüm örnekler, bizlere erkeğin kur yapma davranışının nasıl da ‘’güç’’
ve ‘’ gösteriş’’ üzerinden gittiğini açıklar.
Güç ve gösteriş genleri, insansı maymun türleri arasında tarihsel süreç
içinde bir ayrıma sebebiyet verdi. Bilim adamlarının ‘’ beynin israfı’’ olarak adlandırdığı
bu süreç insansı maymun ile insansılık özelliklerine geçiş yapamayan maymunu ya
da diğer bir şekilde söylersek, seleksiyonda kaybeden tarafı kârlı yapmış gibi
görünse de, esasen günümüzdeki düşünen, araştıran, sanatla uğraşan, şarkı
söyleyen, okuyan, kur yapabilen, evlenen insan türünü meydana getirdi. Bu yeni
tür, sosyal hayatın tüm alanlarında belirli uğraşlar içine girerken, onun
beyni, oksijenin %15’ini, toplam enerjisinin %25’ini ve glikoz ’unun da yaklaşık
% 40’ını tüketti. Diğer hayvansı maymun türü ise doğal cangılında üremeye,
toplamaya ve türünü korumaya devam etti. Freud’un Sıvı Libidonun Hidrolik Sistemi
veya Locke’un boş levha metaforu gibi beynin haz ilkesine vurgu yapan
teorilerin modası bu yeni evrimci
biyologlara göre çoktan geçmişti.
Freud’un ‘’ aşk yoktur, libido vardır’’ cümleleriyle özetlediği haz
ilkesinin modern insanın gösterişçi tüketim davranışını aciklayan bir tarafı
olsa da, pratikte oldukça yetersiz kalmıştır. Freud’un aşk ve işi, beşeriyetin
mihenk taşları olarak gören görüşü zannımca daha makuldür. Çünkü Geoffrey
Miller ve Fisher (2010) gibiler aşk ya da kur yapma ve iş davranışının nasıl
oluştuğunu açıklarlarken, ateşli böcekler metaforunu kullanırlar. Buna göre,
erkek böcek avlanıp dişisine yiyecek götürdüğünde, dişi inanılmaz bir sivil
salgılar. Adeta kendi dilinde erkeğe teşekkür eder. Bu dişinin beynindeki ‘’
haz’’ lobunu uyarır. Böylelikle erkeğin dişiye yiyecek temin etmesi, erkeği
diğer erkeklere göre üremede avantajlı kılar. Süsleyici zihin teorisi, insan
evriminin eğlence sektörü gibi üreticisine ödüller getirebilecek ümit verici uyaranların
peşinden gittiğini öne sürer. Sonuçta doğal eşleşme; en iyi haz veren dişi ile
erkek; orta derecede haz veren dişi ile erkek ve en az hazan veren dişi ile
erkek arasında gerçekleşmiştir.
Marcuse’un
vurguladığı gibi özgürlüğün ilk örneği baskının yokluğu ise o zaman uygarlık bu
özgürlüğe savaş açmış durumdadır. Uygarlık, hazzın sınırlarını ‘’ aşk’’ ile çizmiştir. Aşk ise, modern
toplumda bireyi ‘’ kur’’ yapma davranışına zorlamış ve soyut, duygu yüklü bir
aşk anlayışından ziyade ‘’ tüketim araçlarından beslenen ‘’ tek boyutlu ‘’ bir
insan haline getirmiştir.