13 Aralık 2014 Cumartesi

Homo Sapiens’ten Modern Bireye Doğru: Eş Bulma ve Kur Yapma Davranışının Tarihi-Evrimsel boyutları ve Gösterişçi Tüketim Toplumu İlişkiselliği

 
      Homo Sapiens’ten Modern Bireye Doğru: Eş Bulma ve Kur Yapma Davranışının Tarihi-Evrimsel boyutları ve Gösterişçi Tüketim Toplumu İlişkiselliği
     
Furkan Arısoy[1]



‘’ Değerli malların bariz tüketimi, soylu erkeğin boş zamanının saygınlık şeklidir’’
-Thorstein Veblen-
‘’ Eğer özgürlüğün ilk örneği baskının yokluğu ise; o zaman uygarlık, bu özgürlüğe karşı savaş demektir.
-Herbert Marcuse-
‘’ Tüketerek yaşıyoruz. Korkutucu aslında, ama kullan-at ekseninde dönüyor hayatlarımız. Kayboluyoruz. Kaybettiklerimizi aramayı aklımıza getirmeden, yenisini, iyisini ve kolayını istiyoruz. Eksilerek yaşıyoruz.’’
-          Woody Allen-

       İnsanoğlunun üreme ve kendine uygun bir eş bulma süreci basit bir olgu değildir. Descartes’ın deyimiyle düşündüğünün üstüne düşünebilen ilk insan türü olan Homo sapiensler, kendinden önceki primatların aksine seslere, dile, iletişime daha çok önem verdi. Homo sapiens, hayatta kalmayı başarmak noktasında diğer primatlardan daha başarılı idi. Peki, Sapiens’i üreme ve kendi neslini devam ettirmek noktasında bu kadar güçlü ve seçkin yapan şey neydi?
   
                 1880’lerde İngiliz Biyolog Darwin, doğal seçilim yoluyla belirli türlerin ayakta kalıp, soyunu devam ettirirken, onlara nispeten daha zayıf türlerin elenip yok olacağını ve insan soyunun da bu ‘’ güçlü, seçkin’’ tür’den üreyeceğini ve yer küreye dağılacağını dile getirmişti. Doğal seçilim ya da popüler ismiyle Evrim teorisinin günümüz modern insanın kökenlerini anlamamıza katkısı inkar edilemez. Darwin’den sonra, 1930’lu yıllarda yapılmış biyolojik ve genetik araştırmalara baktığımızda, doğada güçlü olanın güçsüz olana karşı her zaman kazanacağını ve bu döngünün sonsuza dek süreceğini anlamaktayız. Lakin teorinin gözden kaçırdığı bir nokta söz konusuydu. Türünü devam ettirmek isteyen hayvan ya da primatın yalnızca güçlü olması , onun ‘’ karşı cins’’ tarafından kabul edilmesine yetmezdi. Daha egzotik bir şeylerin varlığı gerekliydi. 1980’li yıllarda kimi evrimci psikolog ve biyologlar, Darwin’in teorisini bir adim öteye taşıyarak doğal seçilime ‘’ seksüel seçilim’’i ilave ettiler. Bu bilim adamlarına göre, erkek hayvan ve primatlar,  neslini devam ettirmek adına dişi partnerlerini seçerken onlara kur yapmalı ve güzel görünmeliydiler. Nitekim dişiler, kendilerine en iyi ‘’ kur’’ davranışını gösteren erkeği seçiyor ve onunla çiftleşiyordu. Fakat bir erkeğin dişiye kur yapması ya da ona güzel görünmeye çalışması dişi için her şey değildir. Mutasyonlar, türün devamını sağlayan bir uyum yeteneği geliştirir. Dişi, sağlıklı bir erkek ister ve ondan doğacak çocuklar da sağlıklı olur ve bu özel ‘’ genom’’ gelecek nesillere aktarılırlar. Ama süreç her zaman böyle devam etmez. Zararlı mutasyonlar, türün sakatlanmasına neden olur ve zararlı mutasyon genleri taşıyan bir erkeği hiç bir dişi istemez. Bir dişinin erkekten beklentisi üremeye yatkınlık, başarılı bir şekilde hayatta kalma ve en az zararlı mutasyon taşıyan bir gene sahip olmasıdır. Böylelikle, dişi bu kategoriye giren tüm erkekleri rahatlıkla kabul eder ve üreme davranışı gerçekleşir. Zararlı mutasyon evresini atlatan erkeğin önünde zorlu başka bir maraton daha vardır. Erkeğin cinsel süslere ve kur yapma davranışına sahip olması gerekir. erkeğin kur yapma davranışının kökeni günlük hayatta gördüğümüz bir çok hayvanın kur yapma davranışı ile sıkı sıkıya bağlıdır. Dişi tavus kuşları ile erkek tavus kuşları, evrimsel süreçte eşit uzunlukta kuyruğa sahipken zaman içinde erkek tavus kuşu, dişi tavus kuşunun dikkatini çekebilmek ve onu elde edebilmek için daha uzun bir kuyruğa sahip olmuştur. Hatta denilir ki, erkek tavus kuşlarının kuyrukları dişilerinkine oranla daha parlak ve gösterişlidir. Bu gösterişli seksüel seçilime yönelik ilk fikirler Ronald Fisher tarafından dile getirilmiştir. Fisher’in geliştirdiği seksüel seçilim teorisine göre, erkek türler, dişilere kur yapabilmek için güç gösterilerine girerler. Ayni dişiye talip olan iki erkek, savaşmak zorundadır ve kazanan daima ‘’ güçlü’’ bir gen taşıyacağından dişi, bu erkekle soyunu devam ettirmekten yana olacaktır. Thorstein Veblen, gösterişli tüketimi açıklarken ‘’ aylak sınıf’’ metaforunu kullanır.
‘’ …. Savaşmak ve avlanmak güçlü erkeğe düşer.  Kadın yapılması gereken diğer işleri yapar; savaşamayacak ve avlanamayacak durumda olan erkekler, kadınla aynı seviyede görülür ve kadının yaptığı işleri yaparlar. erkeğin üretmekten çok, zor kullanarak bir kazanca ulaştığını söyleyebiliriz. Erkek ve kadının isinin birbirinden en çok ayrıldığı dönemde şu gerçekle karşılaşırız; bir güç iddiası taşımayan hiçbir iş erkeğe yakışır bir iş olarak adlandırılamaz. Güç kullanımı veya sahtekârlık temeline dayanmayan hiçbir iş veya kazanç, o dönemin kendisine saygısı olan erkek bir üyesi için kabul edilebilir değildir. ‘’ [2]
Veblen’in de bize gösterdiği gibi, tarihsel olarak boş vakti yaratan şey, avcı ve toplayıcı toplumlarda erkeğin güç kullanarak elde ettiği fazla urunu biriktirmesi ve bu ürünü partneriyle paylaşırken kendine özel bir ‘’ aylaklık’’ alanı açmasıdır. Fisher’ın geliştirdiği seksüel seçilim teorisini Amotz Zahavi[3], 1975 yılında yapmış olduğu çalışmalarla çeşitli katkılar sunmuştur. Ona göre, kur yapan erkek, dişiye onun duyu organlarını doğrudan uyaran çeşitli sinyaller gönderir. Bu sinyallerin ‘’ derecesi’’ erkeği dişinin gözünde değerli kılar. Örneğin; Orta Amerika’daki dişi kurbağalar, yalnızca 800 hertz’lik erkek kurbağa seslerini ayırt edebilirler.  Dişi kurbağa, üremek için bu ideal frekans aralığında bağıran ve serenatlar eden bir erkek kurbağayı seçmeye meyleder. Kur yapma davranışı, israfa ve kendinden ödün vermeye açıktır. Erkek türler, her zaman müsrif dans, müsrif hediye ve ön sevişme gibi safhalardan geçmek durumundadır. Hatta diyebiliriz ki, modern insanın ön sevişme davranışı, primatlarda aslında bir kur yapma ve kendini dişiye sevdirme davranışından başka birşey değildir. Yukarıda dile getirdiğim Orta Amerika’daki kurbağaların yansıra dev kambur balinalar da yüz desibele varan sesleriyle dişilere kur yaparlar. Erkek dokumacı kuşlar, dişilerine süslü yuvalar yaparlar ve onları rahat hissettirler. Geyik böcekleri, alt çenelerine tüm enerjilerini kur yapabilmek için verirler. Erkek fil fokları, dişilerine güçlerini ispat edebilmek için rakiple dövüş sırasında 450 gr yağ kaybederler. Erkek aslanlar, dişilerini hamile bırakabilmek için onlarla günde 30 kez sevişmek zorundadır. Burada verilen tüm örnekler, bizlere erkeğin kur yapma davranışının nasıl da ‘’güç’’ ve ‘’ gösteriş’’ üzerinden gittiğini açıklar.  Güç ve gösteriş genleri, insansı maymun türleri arasında tarihsel süreç içinde bir ayrıma sebebiyet verdi. Bilim adamlarının ‘’ beynin israfı’’ olarak adlandırdığı bu süreç insansı maymun ile insansılık özelliklerine geçiş yapamayan maymunu ya da diğer bir şekilde söylersek, seleksiyonda kaybeden tarafı kârlı yapmış gibi görünse de, esasen günümüzdeki düşünen, araştıran, sanatla uğraşan, şarkı söyleyen, okuyan, kur yapabilen, evlenen insan türünü meydana getirdi. Bu yeni tür, sosyal hayatın tüm alanlarında belirli uğraşlar içine girerken, onun beyni, oksijenin %15’ini, toplam enerjisinin %25’ini ve glikoz ’unun da yaklaşık % 40’ını tüketti. Diğer hayvansı maymun türü ise doğal cangılında üremeye, toplamaya ve türünü korumaya devam etti. Freud’un Sıvı Libidonun Hidrolik Sistemi veya Locke’un boş levha metaforu gibi beynin haz ilkesine vurgu yapan teorilerin modası bu yeni  evrimci biyologlara göre çoktan geçmişti.  Freud’un ‘’ aşk yoktur, libido vardır’’ cümleleriyle özetlediği haz ilkesinin modern insanın gösterişçi tüketim davranışını aciklayan bir tarafı olsa da, pratikte oldukça yetersiz kalmıştır. Freud’un aşk ve işi, beşeriyetin mihenk taşları olarak gören görüşü zannımca daha makuldür. Çünkü Geoffrey Miller ve Fisher (2010) gibiler aşk ya da kur yapma ve iş davranışının nasıl oluştuğunu açıklarlarken, ateşli böcekler metaforunu kullanırlar. Buna göre, erkek böcek avlanıp dişisine yiyecek götürdüğünde, dişi inanılmaz bir sivil salgılar. Adeta kendi dilinde erkeğe teşekkür eder. Bu dişinin beynindeki ‘’ haz’’ lobunu uyarır. Böylelikle erkeğin dişiye yiyecek temin etmesi, erkeği diğer erkeklere göre üremede avantajlı kılar. Süsleyici zihin teorisi, insan evriminin eğlence sektörü gibi üreticisine ödüller getirebilecek ümit verici uyaranların peşinden gittiğini öne sürer. Sonuçta doğal eşleşme; en iyi haz veren dişi ile erkek; orta derecede haz veren dişi ile erkek ve en az hazan veren dişi ile erkek arasında gerçekleşmiştir.

                  Marcuse’un vurguladığı gibi özgürlüğün ilk örneği baskının yokluğu ise o zaman uygarlık bu özgürlüğe savaş açmış durumdadır. Uygarlık, hazzın sınırlarını  ‘’ aşk’’ ile çizmiştir. Aşk ise, modern toplumda bireyi ‘’ kur’’ yapma davranışına zorlamış ve soyut, duygu yüklü bir aşk anlayışından ziyade ‘’ tüketim araçlarından beslenen ‘’ tek boyutlu ‘’ bir insan haline getirmiştir.



[1] Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü, Isparta, 2014

[2] Veblen, s.26-27
[3] Zahavi, ayrıca ‘’ Handikap İlkesi’’ni de bir hipotez olarak ortaya koymuş ve bunu temellendirmek için tavus kuşu örneğini kullanmıştır.

15 Kasım 2014 Cumartesi

Türkiye'de Madencilik ve Maden Faciaları








1. Madencilik Kavramı ve Kısa Tarihçesi 

        Madencilik literatürde kısaca, '' yer altındaki madenlerin araştırılması, çıkarılması ve işletilmesiyle ilgili teknik ve yöntemlerin bütünü'' olarak tanımlanır. Para değeri bulunan ve bir malin üretilmesi için gerekli olan enerjiye sahip ya da piyasada degis-tokus edilebilen  Kömür, bakır, altın, çinko, demir, çakmak taşı, hematit vb. gibi madenler, endüstriyel ham maddeler olarak bilinirler. Madencilikte esas olan, maden yataklarının aranması, işletilmesi, projelendirilmesi ve söz konusu madenin zenginleştirilmesidir. 

1.2 Dünya’da Madenciliğin Tarihi

    Dünya’da bilinen ilk Maden’in Svaziland’daki Aslan Mağarasından çıkarıldığı söylenir. 43.000 yıllık olduğu tespit edilen bu madende Paleolitik dönemini insanlarının Hematit taşı çıkardığı kanıtlanmıştır. ( Bkz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Madencilik) Macaristan'da benzer şekilde Neandertal insanların silah yapımında kullandığı çakmaktaşı çıkardıkları sahalar keşfedilmiş. Erken dönemlerde yapılan madenciliğin bir diğer örneği ise Mısırlılarca Sina Yarımadasında işletilen Turkuaz madenidir. Colomb öncesi Amerika'da Cerillos Maden Bölgesi de keşfedilen cevher yataklarından yalnızca birisidir. Bunun yansıra, madencilikte kullanılan ilk maden 1627 yılında Slovakya'da maden kuyusunun açılması sırasında kullanılmıştır. 

1.3 Türkiye’de Madenciliğin Tarihsel Gelişimi 
 Türkiye, maden yatakları bakımından zengin bir ülkedir. TBMM Araştırma Komisyonu Raporuna (2010) göre, Türkiye’nin maden üretimi, dünya nüfusuna göre mukayese edildiğinde %1,1 iken, bu oran gelişmiş ülkelerde %14,6,  gelişmekte olan ülkelerde %25,2; Cin, Hindistan, Ortadoğu ve diğer Asya ülkelerinde ise  %22,4'tur. Türkiye’nin, Dünya madencilik sektörüne %1,1'lik katkısı küçük gibi görünse de, toplam nüfusu ve ülkenin büyüklüğü göz önüne alındığında bu rakam oldukça iyi bir seviyededir. Türkiye’de, madencilikteki son gelişmeleri anlamak, yorumlamak ve analiz edebilmek için, Türkiye’de madenciliğin başladığı yılların genel özelliklerini bilmek ve bunları sınıflandırmak önem arz etmektedir. Türkiye’de madenciliğin evrimini Tunçel (2011) 3'e ayırmaktadır : 

1.3.1 Tarihi Çağlarda Türkiye’de Madencilik 

        Anadolu'da yapılan kazılar, Madenciliğin insanoğlu kadar eski olduğunu ortaya koymuştur. Tarihte bilinen ilk Altın paranın Lidyalılar tarafından basıldığı bilinen bir gerçektir. Anadolu'da M.O 7000'lerde madenlerin çıkarılıp işlendiği ve satıldığı bir dönem yaşanmıştır. Milattan önce, Ergani Bakir yatağını Fenikeliler, Asurlular ve Cenevizliler işletmiştir. Aynı şekilde Murgul Bakir yatağı da Cenevizliler tarafından işletilmiştir. İlk cağlarda Marmara adasında Mermer çıkarılarak heykeller yapılmış; 13.yy'da Gümüşhane’de Gümüş madenleri işletilmiştir.

1.3.2 Osmanlı zamanında Madencilik Çalışmaları 

         Osmanlı’da madencilik ilk zamanlarda tabiri caizse '' devlet'' eliyle yönetilmiş bir tekel endüstri olarak karşımıza çıkmaktadır.  1815 yılında Bandırma yakınlarında Bor, 1829 yılında Zonguldak'ta Taşkömürü, 1848 yılında Bursa-Harmancık’ta Krom bulunmuştur.  Devlet, bu yıllarda madencilik sektöründeki ışığı görerek maden sahiplerinden %25 gibi bir hisse alınmasını öngören Maden Nizamnamesini yasalaştırmıştır. Lakin bu politika çeşitli sebeplerden dolayı başarıya ulaşamamıştır. Daha sonraki yıllarda üst üste 1869,1886 ve 1906 yıllarında üç ayrı maden yasası çıkarılmış ve 1906 yılında çıkarılan maden yasasına göre işletme izni suresi 99 yıl olarak belirlenmiş ve devlet payı da %1-20 arasında şart koşulmuştur. 



1.3.3 Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Madencilik 

       Cumhuriyet dönemine bakıldığında, özellikle ilk yıllarda milli politikalara dönüş yapılıp, devletin fabrikalarına sahip çıkıp yabancı yatırımdan el çekmesiyle birlikte daha ulusçu gelişmelerin yaşandığı söylenebilir. İzmir İktisat Kongresi (1923), bu doğrultuda alınan kararlar ışığında özel kesimi finanse edebilmek için  Is Bankası ve Türkiye Sanayi ve Maddin Bankası kurulmuştur. Fakat, ülkenin savaştan yeni çıkmış olması, bu sektöre yeterli desteğin verilememesine yol açmıştır. 
     Madenlerin daha verimli şekilde aranması ve tespit edilmesi amacıyla 1935 MTA Enstitüsü kurulmuş, madenlerin işletilmesini sağlamak için ETI Bank, 1940 yılında Ereğli Kömür İşletmesi Müessesi (EKI) kurulmuştur. 1954 yılında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) ve 6309 sayılı maden kanunu yürürlüğe girmiştir.  1978 yılında  çıkarılan 2172 sayılı kanunla bir çok kömür işletmesi devletleştirilmiş; fakat üretimdeki düşüş sebebiyle 1983 yılında çıkarılan 2804 sayılı kanunla sahiplerine iade edilmiştir. Bu gelişmeleri, 1983 yılında Türkiye Tas Kömürü ’nün kurulup, günümüzde de hala yürürlükte olan 3213 sayılı Maden Kanununun yürürlüğe girmesi izlemiştir. Türkiye’de bugün 60 farklı maden türünde madencilik yapılmaktadır. Son yıllara bakıldığında Türkiye’nin madencilik sektöründeki ihracat payı %2,5 olarak öngörülmüştür. 


2. Türkiye’de Maden Faciaları 
Türkiye, her gün 176 iş kazasının yaşandığı ve bu gerçeklerin medyaya yeterince yansıtılmadığı bir ülkedir. TMMOB'un araştırmalarına göre, Türkiye’de her gün ortalama 3 isçi hayatını kaybediyor ve 5 işçi de yaralanıyor.  Bu veriler, Türkiye’yi işçi ölümlerinde Avrupa'da birinci ve Dünya’da dördüncü yapıyor. Bu denli güvenlik açıklarının olduğu bir ülkede madencilik gibi riskler taşıyan sektörlerde de ölümcül kazaların olması kaçınılmazdır. Türkiye’de maden facialarının 1983'ten itibaren kronolojik bir sıralanması  aşağıda yapılmıştır ( http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye'deki_madencilik_kazalar%C4%B1 ) 

1983 Armutçuk Grizu Faciası : 
 7 Mart 1983 tarihinde Zonguldak'ın Armutçuk beldesindeki taş kömürü ocağında meydana gelen grizu patlamasında 103 işçi yaşamını yitirmiştir.

1990 Amasya Grizu Faciası: 7 Şubat 1990 tarihinde Amasya'da, Yeni Çeltek Kömür İşletmesi'ne ait maden ocağında meydana gelen grizu patlamasında 3 işçi yanarak 65 işçi ise göçük altında kalarak hayatını kaybetmiştir.

1992 Kozlu Grizu Faciası:  
Türk madencilik tarihinin en büyük felaketlerinden birinde, 3 Mart 1992 tarihinde Zonguldak'ın Kozlu ilçesindeki taş kömürü ocağında meydana gelen zincirleme patlamalarda 263 madenci yaşamını yitirmiştir. 13 Mayıs 2014 tarihinde Soma'da 301 kişinin yaşamını yitirdiği faciaya kadar, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en ölümlü maden kazası olmuştur.

26 Mart 1995 tarihinde Yozgat'ın Sorgun ilçesinde, Matsan Madencilik Şirketi'ne ait kömür ocağında grizu patlaması sebebiyle meydana gelen kazada 38 kişi göçük altına kalarak can vermiştir. 

22 Kasım 2003 tarihinde Karaman'ın Ermenek ilçesinde, özel bir firmanın işlettiği kömür ocağında grizu patlaması sebebiyle 10 işçi yaşamını yitirmiştir. İşçilerin cesetleri olaydan günler sonra çıkarılabilmiştir.

8 Eylül 2004 tarihinde Kastamonu'nun Küre ilçesinde bulunan yeraltı bakır ocağında, cevherin nakledildiği 150 metre uzunluğun­daki bandın alev alması nedeniyle meydana gelen yangında, oluşan karbonmonoksit ve diğer zararlı gazların etkisiyle birisi maden mühendisi toplam 19 çalışan hayatını kaybetmiştir. 

10 Aralık 2009 tarihinde Bursa'nın Mustafakemalpaşa ilçesindeki maden ocağında, 19 işçi grizu patlaması ile oluşan göçük sonucunda hayatını kaybetmistir.

Odaköy maden kazası: 23 Şubat 2010 tarihinde Balıkesir'in Dursunbey ilçesine bağlı Odaköy'de, toplam 47 kişinin çalıştığı maden ocağında meydana gelen grizu patlamasında 17 kişi ölürken 30 kişide yaralanmıştır.

Karadon maden kazası: 17 Mayıs 2010 tarihinde Zonguldak'ta, Karadon Taşkömürü İşletme Müessesesi'nin işlettiği kömür madeninde grizu patlaması ve oluşan göçükler sebebiyle 30 kişi hayatını kaybetmiştir.

Küçükdoğanca maden kazası: 7 Temmuz 2010 tarihinde Edirne'nin Keşan ilçesine bağlı Küçükdoğanca köyündeki madende çıkan yangın ve oluşan göçük sebebiyle 3 kişi hayatını kaybetmiştir.

8 Ocak 2013 tarihinde Zonguldak'ın Kozlu ilçesinde, Türkiye Taşkömürü Kurumu'na ait kömür ocağında metan gazı patlamasının yol açtığı göçük sebebiyle 8 işçi hayatını kaybetmiştir.

2014 Soma Komur Madeni Faciasi : Türkiye'de en büyük kayıbın yaşandığı maden kazasıdır. 13 Mayıs 2014 tarihinde Manisa'nın Soma ilçesinde, Soma Holding tarafından işletilen kömür ocağında meydana gelmiştir. Patlamanın etkisiyle madende yangın çıkmış ve çok sayıda madenci içeride mahsur kalmıştır. Faciada toplam 301 kişi hayatını kaybetmiştir.

Ermenek Maden Kazasi :  2014 yılında, Karaman'ın Ermenek ilçesinde bulunan kömür madenini su basması sonucu 18 işçi mahsur kalmıştır.

KAYNAKÇA

4)      Tuncel, Niray&Cillioglu Asli,  Türkiye’de Madenciliğe Genel Bakış, 2011.
5)      Ersnt&Young, Dünya’da ve Türkiye’de Madencilik Sektörü Raporu, 2010.
6)      TBMM Araştırma Komisyonu Maden Üretimi Raporu, 2010.


FURKAN ARISOY
SOSYOLOJİ YAZILARI
ISPARTA -2014
Her hakkı saklıdır@
     


     

5 Kasım 2014 Çarşamba

Person of Interest : Gerçek mi Simülasyon mu?

      



Person of Interest ( Supheli kisi ), ABD'de CBS kanalinda, Turkiye'de ise CNBC-e kanalinda 4 sezondur yayinlanan ve milyonlari kendine ceken fantastik, bilim kurgu ve aksiyon dallarinda en iyi dizilerden biri olarak kabul ediliyor. Dizinin Turkiye'den de milyonlarca takipcisi oldugu biliniyor. Dizinin bu izleyici tarafindan bu kadar tutmasinin sebebi, realiteyle olan uyumu. Dizide anlatilanlar, gercekte de olma olasiligi oldukca yuksek olaylar. Diziyi listelerin ust siralarina tasiyan tek faktor senaryosu degil elbette. Person of interest, oyuncu kalitesiyle de ilk bakista dikkatleri uzerine cekiyor.  John Reese karakteriyle Jim Caviezel ( the passion : Isa ve Red thin line filmleriyle de taniniyor), Harold Finch rolunde Micheal Emerson ( The lost'dan tanidigimiz gizemli adam) , Lionel Fusco rolunde Kevin Chapman ( ayni zamanda stand-upci) , Sarah Shahi ve Amy Acker da dizinin diger basarili cast oyuncularindan birkaci. Person of Interest'in konusu, bir bilim adami olan Harold Finch'in insanlari gozetleyebilen ve onlari suclu/sucsuz- tehlikeli/tehlikesiz seklinde etiketleyebilen bir makine icat etmesi ve eski bir asker olan John Reese'i de makinen gosterdigi suclulari yakalatmasi icin tutmasiyle baslayan ve bu surecte, devlet icinde devlet olan New york polis departmaninin icindeki kirli isleri gun yuzune cikarmasi ve New York'ta hayatta kalma mucadelesi seklinde ozetlenebilir. Filmde John Reese ve Harold Finch arasindaki igneleyici ve alayci konusmalar da oldukca dikkat cekici. Filmin fragman teksti su sekilde ; 

"You are being watched. The government has a secret system: a machine that spies on you every hour of every day. I know, because I built it. I designed the machine to detect acts of terror, but it sees everything. Violent crimes involving ordinary people; people like you. Crimes the government considered 'irrelevant'. They wouldn't act, so I decided I would. But I needed a partner, someone with the skills to intervene. Hunted by the authorities, we work in secret. You'll never find us, but victim or perpetrator, if your number's up... we'll find you". ( Micheal Emerson''un sesinden)
  
             Izleyici, onlarca bolumu izledikten sonra birseyi farkediyor: Dizinin karakterleri ve dizinin mekani gercek hayatla o kadar ic ice ki, Baudrillard'in '' hiper-gerceklik'' ve '' simulasyonlar'' dedigi sey. Peki neden olaylar ve mekan bu kadar gercekci? birinci agzi kullanacagim. Gectigimiz gunlerde, person of interest'in set arkasi ve cekim hatalariyla ilgili bir videosunu youtube'da izliyordum.  Dunya'nin en kalabalik, en kosmopolit, en esitsizlikci, en kapitalist metropollerinden biri olan New York. Person of interest gibi yuzlerce diziye ev sahipligi yapiyor. New York'un ana caddeleri, dizilerin ana setleri adeta. Garip olan sey ise, dizinin farkli section'lari cekilirken, insanlarin dizi setininin icinden gecip gitmesi. Insanlar, dizinin cekildigini goruyorlar ve dizinin ne oldugunu da biliyorlar. Hatta bu diziyi her hafta Tv'lerinde izliyorlar. Fakat, gercegi burada.. tum gerceklik.. oyuncular.. kameralar.. mikrofonlar..aksiyon sahneleri. Insanlar aldiris etmiyor bile. Elinde kocaman hamburgerini yiyerek bir kadin setin icinden geciyor. Kafasindan sunu geciriyor olmali '' Evet, bu dizi de olabilir, gercek te. Nitekim New York'da her gun yuzlerce olay oluyor. Kimileri cinayet vakasi. Bu kovalamaca da onlardan biridir herhalde''. Insanlarin dizi setine olan ilgisizligi aklima simulasyon ve mu gercek mi sorusunu getiriyor. Sosyal fenomeni, ya da Durkheim seyler ya da nesneler dedigi ve o nesnelerin toplaminin toplumdaki kollektif bilinci yarattigi klasik dusunceden New York'ta eser yok. Oyle ki,  mantikli bir insanin aklina su soru geliyor '' Dizideki suc sahneleri cekildigi icin mi gercekte kriminal olaylar meydana geliyor, yoksa gercekte kriminal olaylar meydana geldigi icin mi dizide konu olarak isleniyor? '' Bu soru, bir cok insanin kafasini karistiyor. Yaniti ise basit : Post-modern toplum, tum kavramlarin ic ice gectigi, nosyonlarin anlamlarini kaybettigi, mantiksiz rasyonalitenin hukum surdugu, iletisim araclarinin yayginlastigi, insanin somuruldugu, toplum muhendislerinin alanlari altust ettigi, populist soylemlerin egemen oldugu ve tipki dizideki machine ( makine) gibi insanlarin ne yaptigini 7/24 gozetleyen bir panoptikon'a benzeyen bir toplumdur. Giddens'in deyimiyle bu gun icinde o kadar hizli akar ki yasam ve etkilesim oylesine yogundur ki, toplumsal eylem yeniden donusur ve insa edilir. Zaman-uzam ikileminin ortadan kalktigi bir toplumda insanlari uyutabilmenin en iyi yolu, onlara tuketim cilginligi ve urun bagimliligi asilamaktir.  Person of Interestin cekimlerinde, o upuzun cadde uzerinde oyuncularin rolleri ve kendileri o kadar siliktir ki, Jim Caviezel yerine siradan bir vatandasi koydugunuzda dizide sanki bu degisiklik farkedilmeyecekmis gibi geliyor. Dolayisiyla toplumsal rollerde de bir karmasiklik soz konusu. Person of Interest'i ve diger dizileri de garip yapan bu. Turkiye'de cok izlenen dizilerden biri olan Kurtlar Vadisi'ni ele alalim. Muhtemelen Vadi'nin cekildigi sete vatandaslarin yogun ilgisi olacaktir. Polat Alemdarin rolunu siradan bir vatandasa vermek imkansizdir. O, halkin gozunde bir kahramandir. Yeri doldurulamaz.  Dizinin cekildigi yerde insanlar, kendilerini cekimlerin yapildigi yere bakmazdan alamazlar. Gozler, oyuncularin uzerindedir. Kurtlar vadisinin cekimleri, gercekten bizlere dizi cekimi izlenimi verir. Tv'de montajlanan hali, setten farklidir ve insanlar bunu bilir. Oysa, Person of Interest'de bu sinir ortadan kalkmistir. Oyleyse, Turk dizileri halen Modern ve gelenekseli yasarken, Amerikan dizileri post-modern olmayi nasil basarmistir? Uzerinde dusunmeye deger. 



SOSYOLOJİ NOTLARI
FURKAN ARISOY
ISPARTA 2014

      

Eğirdire bisikletle gitme girişimi ve yorgunluk

     
               Gectigimiz pazar gunu, ben ve bolumden arkadasim handan sozde kisa mesafede bisiklet turu yapacaktik. Havanin guzel olmasi ve benim de gaza gelmem hasebiyle '' eh, hadi yola cikmisken bir Egirdir yapalim'' dusuncesi beliriverdi. Egirdir, Isparta'ya 35 km uzakta bulunan nadide, guzel, sessiz bir gol ve ilce. Isparta merkezde bulunan bir bisikletciden Handan icin bisiklet kiraladik ve yola ciktik. Baslangicta hersey iyi gidiyordu. Isparta'dan ciktigimizi gosteren gule gule tabelasini bile gormustuk. Artik, bozkirlarin, bodur agaclarin, elma bahcelerinin ve bolca kopek ve benzincinin bulundugu yollardaydik. Ilk 5-6 km hizli sursek de 10. km'den sonra siddetli bir ruzgarin bizim  aleyhimize esmesiyle birlikte  bisikletimizin hizi oldukca kesildi. Pedallari ne kadar sert itsek de bir sonuc vermedi. Tabi bu sirada adin basi hangi tesisi bulduysak mola veriyor ve ihtiyaclarimizi gideriyorduk. Sol yanimizda ucsuz bucaksiz tarlalar, sag yanimizda mukemmel manzarasiyla gokyuzune degen Davraz Dagi... Sonbaharin gelmesiyle turuncu, sari ve kirmizi renklerini alan agaclarin yapraklari. Yine de dogada bir tedirginlik hakimdi. Sanki, kisa gecme konusunda kararsizdi. Olmasa da olur diyordu. Oysa, dogal duzenin islemesi gerekiyordu. Dokulmesi gerekirken dokulmeyen yapraklar, sararmayan kimi agaclar ve bolca yagan yagmur, Doga'nin insanlara olan ofkesini adeta gozler onune seriyordu. Bu intibalarla, Suleyman Demirel Kulliyesine yaklasiyoruz. Atabey yol ayrimi gozukuyor. Sakalasiyoruz.. acaba Atabey ilcesine mi gitsek diye. Hatta bir ara Antalyayi bile hedeflerimizin arasina koyuyoruz. Ama bu hizla zor. Tabiri caizse kaplumbaga gibiyiz. Tekerlerimi kontrol ediyorum surekli. Inmis mi diye bakiyorum. Herhalde hallusulasyon gormeye basladim. Tekerlerin havasi dolu, Biraz daha hava vursam patlayacak. Yine de benzinciden havami aliyorum. Bu sirada bacaklardaki yorgunluk hissedilmeye basliyor. Yol kenarinda daha once benzin istasyonundan aldigimiz gofretleri yemeler..sulari icmeler derken.. biz seyahat modundan cikali yarim saat olmus.  Bisikletler elimizde, suruyoruz onlari ; ama bir farkla ustunde degiliz. Onlar gibi yuruyoruz. Nasreddin hocanin esek hikayesinde oldugu gibi. 15. km'de artik devam etmeye mecalimiz kalmamis. 

      Ust uste yigilmis elmalar goruyoruz. Anlasilan koylu kadinlar da buralarda bir yerde olmali. Fabrikaya goturuyorlar elmalari. Bizim icin recel, meyve suyu olacaklar. Dikkat etseler iyi olur. Daha gecen gun Isparta'da feci bir kaza meydana gelmislerdi. Onlar da mevsimlik isciydi. Al al yanaklari koylu kadinlarin. Utangaclar. Saskin saskin bisikletime bakiyorlar. Yeni dogan bir bebek kadar saf... O ekmek arasina yesil biber sikmis, ben cilekli gofret yiyorum. Firsattan istifade oz cekim yapiyorum. Sapkama bakip guluyorum. Ter icinde kalmis. Les gibi de kokuyor. Handan donelim diyor. Egirdir'e 15 km kalmis. Gidemeyiz. Mantikli dusunmek lazim. Ama otostop falan cekmiyoruz. Yine pedalliyoruz Isparta'ya .  Ben, bazen kenara cekip guzel manzaralari fotograf makinemle cekiyorum.  Sonra yine pedalliyoruz Handan ve Ben.  Kiziyor bana Handan. Ben 9 km yi 15 dk'da almisim diye. O arkada kaliyor ve beni cok merak ediyor. Gogusume bir kac yumruk yedigimi hatirliyorum. Ama hissetmiyorum bile.. oylesine yorgunum. Isparta merkeze geldigimizde aksam oluyor... Evlere dagilma vakti. Sicak bir dus zamani . Boyle bir gundu iste yasandi gecti. Iyiydi. Tecrube tecrubedir. Where's next?  Bekleyip gorecegiz .





ISPARTA NOTLARI
FURKAN ARISOY
SDU- Sosyoloji 2014

1 Ekim 2014 Çarşamba

Isparta'da zamlara protesto ve Sivil Itaatsizligin tezahurleri uzerine



      H. David Thoreau, '' Yonetimin en iyi bicimini, hic yonetmeyen bir yonetimdir'' seklinde ifade ettigi manifestosunda , hukumete karsi gelebilmenin yolunun apacik sekilde siddetten gecmedigini soyluyordu. Tarihte, vahsilesen hukumetlere ve iktidara dahi siddetsizlik yontemini kullanan tek kisi Thoreau degildir. Ghandi, Tolstoy, Boetie hatta cagdaslardan Dworkin, Habermars, King, Arendt de bu konuda kaydadeger onemli yazilar kaleme almislardir. Siddetsizlik dusuncesinin veyahut sivil itaatsizlik dusuncesinin temelindeki felsefe, '' uzlasmaci'' gorustur. Habermars'in  ozgurlestirici bilgisinin '' elestirel'' bir yolla elde edilmesinin yolu budur. Marx'in catismaci tarih felsefesinden farkli olarak, bir humanist yol izleyen bu dusunurler, ''Yasanin yaptirimini, daha dogrusu, kacinilmaz ceza sonucunu kabullenerek'' eylemde bulunma bicimini benimsemislerdir. Bir baska deyisle, bu sivil itaatsiz bireyin kendisini polise ve yerel hukumete yem etmesidir. David Riesmann'nin Tradition-directed, inner-directed ve other-directed kavramlastirmasi bu noktada onemli. Cunku sivil itaatslik eylemi,  sahsiyetsizlik ile gerceklestirilemezdi (1950)  
    Toplumdaki '' sahsiyetsizlik'' kavrami, oldukca yayginlasmistir. En basit anlamiyla, eylem ile soylemin uyusmamasi ve otoriteye teslimiyet olarak tanimlayabiliriz sahsiyetsizligi. Sahsiyetlilik, 3. goz ile dunyaya bakabilme, elestirel dusunme, reel ile reel olmayani birlestirme, gunumuz toplumlarinda bir bireyin ulasabilecegi en yuksek zirve olarak aciklanabilir.   
Bu dusunceyle, gecen hafta Isparta'da ev, apart, otobus ve bilimum diger alanlarda yapilan fahis zamlara bir tepki olarak sosyal medya uzerinden orgutlenerek, bisikletlerimizi altimiza aldik ve belediyenin onunde bir basin aciklamasi yaptik. Bu manifestonun onemi, ''farkli'' dunya goruslerine mensup insanlarin bir araya gelip ortak bir protestonun parcasi olmalariydi. Katilimin az olmasi, aslinda grup icine sizabilecek provakatorlerin kolayca ortaya cikarilabilecek olmasi anlamina geliyordu. Pedallar, okula dogru suruldu. SDU, dogu ve bati kampusunde manifesto paper * lar ogrencilere dagitildi. O gun, benim dersim oldugu icin aksamki belediye onunde bulusma olayina katilamadim. Ama protestonun verimli gectiginden suphem yok. Fiyatlar degisir mi bilmem. Belki de ayni kalacak. Ama ogrencide ve yerel halk bazinda yaratilan farkindalik gunun kazanciydi diyebilirim. Sivil itaatsizlik eylemlerine halkin ilgi gostermesi kacinilmazdir, Cunku, onlara maddi hic bir hasar verilmeden yapilir bu eylemler. Siddetsizlik, esnaf ve zanaatkar icin bir guven ifade eder. Bu da, zamanla bu kisilerin gruba katilmalarini saglar. Bir bakmissiniz koca koca adamlar, bisikletlerine atlamislar ve korteje katilmislar. Iyi dileyelim iyi olsun. Sanki devrim cigirtkanligi yapanlara da bu yazim kapak olsun. 

 
1.10.2014
Carsamba
ISPARTA 

14 Temmuz 2014 Pazartesi

3. Geleneksel Mavi Kuşak Turmepa Eğitim Kampı Buluşması - Istanbul Koç Korusu 6-12 Temmuz

Buenos Dias :)

Gecen hafta Turmepanin duzenledigi Mavi Kusak yaz egitim kampina katildim. Turmepayi aylardan oncesinden internette sans eseri bulmustum. Denizlerin temizligine ve dogal habitata onem veren bir kurulus oldugunu biliyordum. Lakin bu kurulusla daha once hic calismamistim.  Pazar gunu saat 3 gibi evden ciktim.  O uzuuunn nakkastepe yokuslarini tirmanarak Uskudardan Koc korusuna geldim. Hava 37 dereceydi ve 25 kg lik sirt cantamla bitmis haldeydim. 120 donumluk dev bir arazi uzerine kurulmus bu spor ve arama-kurtarma tesisi ve kamp alanina adimii attim. Kayitlar yapiliyor, yaka kartlari veriliyordu. 10 kisilik cadirlar kurulusmustu. Bazi cadirlar tek ve iki kisilikti ayni zamanda . Sicak ve nemli bir hava vardi. Hem de binlerce metre tepede olmamiza ragmen. Koc Arama -Kurtarmadan Eniz, Serkan, Cihangir abiler, bizlere Ilk yardim ve deprem, sel, yangin, trafik kazalari gibi durumlarda afetzedeleri kurtarabilmemiz ve zamaninda mudahele edebilmemiz icin egitim verdiler. Deprem aninda yaptigimiz Cenin pozisyonu, kamp boyunca bize karsi bir ''ceza'' yontemi olarak kullanildi :) Disiplinsiz davranislara asla musamaha yoktu. Her aksam, aramizdan bir genc Koc ekibi tarafindan kaciriliyor ve ormana goturuluyordu. Ekip oldugumuzu kanitlamamiz icin arkadasimizi her ne pahasina olursa olsun bulmak zorundaydik. 3. gunden sonra kamptaki arkadaslik uyumu mukemmele yakindi. Paylasimlar artti ve tum gonulluler kaynasti. Birileri mutlaka birsey yapabilir felsefesiyle ciktigimiz yolda, her gun bir baska faaliyet yapildi. Bu faaliyetleri asagidaki gibi siralayabilirim: 
-  DAK egitimi 
- Koc Arama &Kurtarma Egitimi
- Burgaz Ada kiyi temizligi & Sait Faik Abasiyanik muzesi ziyareti 
- Bogaz Gezisi 
 - Algoritma perkusyon grubu ile ritim egitimi
- Iklim - Kurtarma- Atik basliklarinda deklarasyon hazirlama etkinligi
- Kadikoy Rihtim Deklerasyonu
Bu temel egitimlerin disinda; Kamp alani mintika temizligi, Banyo sirasi, tuvaletlerin temiz tutulmasi, Mutfak ve Caterin gorevlileri, Bunyamin Surmeli ile Hava, Iklim, Kuresel Isinma konularinda soylesi, Dunya Kupasi maci da oldukca eglenceli faaliyetlerdi. 

Kamptaki lakabim '' Tercuman'' oldu.. Fatih beni '' tercumcu'' diye cagiriyordu :) Efekanin'' tasvip etmiyorum'' ile  '' vasifli - vasifsiz'' kelimeleri kampin fenomeni haline gelmislerdi :) Bizleri cok guldurduler. Tabi ki tatli, sevimli yerinde duramayan Seferihisardan cikip, '' Mutlu Aile Defteri'' adli dizide rol almis olan Ilhamcanin kampin son gununde yapmis oldugu tiyatro hepimizi cok gulduru. Ben de tercuman olarak bu skece dahil oldum.  Bu kampta neleri ogrendik ve neyin kiymetini anladik? 
* Bogazlarimizi, nehirlerimizi, gollerimizi korumamiz gerektigini,
* Tum deniz canlilarini korumamiz gerektigini,
*Ilk yardimin hayat kurtardigini,
* Su alti dalgicliginin ne kadar keyifli ve stres atan bir hobi ve is oldugunu,
* Bir ekibin kolay kurulamayacagini,  
*Arkadasliklarin herseyden onemli oldugunu
* Bu topraklarda dogan yazar ve sairlerimizin ne kadar degerli oldugunu,
* Disiplinin ne kadar onemli oldugunu... vb. 

Siz genc doganlar, kendini halen genc hissedenler ve her daim genc kalacaklar; Turmepa'da gonullu olmak bir ayricaliktir. Siz de bu ayricaligin tadina varin. Ise kendinizi degistirmekle baslayin. Turmepa'ya ve Mavi Kusak projesine katilin ve gonullu olun. Turkiyenin tum kiyi sehirlerinde birer deniz elcisi olma firsatini yakalayin. Turmepa'da gonullu olmak isteyenler icin asagida gerekli baglantilari paylasiyorum. 

Websayfasi : http://www.turmepa.org.tr/ 
 Facebook :  https://www.facebook.com/deniztemizdernegi?fref=ts
Twitter : https://twitter.com/TURMEPADernegi 
















Herkese keyifli bir hafta dilerim. Hortum bizden uzak olsun :) 
Furkan Arisoy
Aktivist&Tercuman&Sosyolog&Deniz Elcisi &Seyyah
Suleyman Demirel Universitesi -Isparta
Iletisim:  
Facebook: https://www.facebook.com/furkan.arisoy1 
Twitter : @FURKANARISOY23





9 Nisan 2014 Çarşamba

Guzel bir tiyatro aksami ve Cunure 9 km yuruyusum

Carsamba aksami sosyal medyada gezinirken, Sosyoloji bolumunden arkadasim Hakan, Ispartaya '' ikinci dereceden issizlik yanigi'' adli bir oyunun geldigini soyledi. ( http://www.devtiyatro.gov.tr/programlar-sehirler-istanbul-detay-bolum_oyunekibi-ikinci-dereceden-issizlik-yanigi.html )  Oyunun konusu cok ilgimi cekmisti. Acikcasi hemen plan yapmaya koyuldum ve ilk aklima gelen arkadaslarimi da bu guzel etkinligie davet etmek oldu. Ispartaya tiyatro, ayda yilda bir geliyor. Devlet tiyatrosu burda  yok. Burada anladigim kadariyla sanata yani sanatin kendisine deger verilmiyor. Bunu sinemada vizyona giren filmlerin niteliklerinden de anladim zamanla.  Recep Ivedigin (!) 3 haftadir vizyonda kalmasi ama daha anlamli, derin anlamlar tasiyan ya da kimilerinin deyimiyle ecnebi filmlerin bir hafta gosterimde kalmasi tam bir skandaldi bana gore. Gectigimiz ay Ata demirerin Eyvah Eyvah filmini izlemistim ve cok begenmistim. Bu hafta ise, '' Mandira Filozofu'' cok komik ve ayni zamanda dusundurucuydu. Mufit Can Sacintinin hem yazip hem de yonettigi bu filmi izlemenizi tavsiye ederim. Neyse konumuza donelim . Tiyatroya Zeliha ile gittim. Orada bolumden Yonca hanim ve Hakanla karsilastik. Bu arada kapidan girerken elim sikisti ve biraz morarttik ..BU talihsiz giristen sonra tiyatro salonundaki yerimizi aldik. Biz arkada, Yonca hocam ve Hakan ondeydi. Koltugum altinda ise duduklu tencere ve kuru bakliyat bulunan beyaz bir poset vardi. Daha sonra onu yanimizda getirdigimize pisman olacagimizi kim soyleyebilirdi?  Oyun cok guzeldi . Berkay Tulumbacinin 1 saat 40 dakikalik tek kisilik bu  harika gosterisi ve diyaloglari bizleri guldurdu ve penguen sahnesinde  de ister istemez Gezi olaylarini aklimiza getirdi. Tiyatro bitti ve Yonca hocam  bize cay ve kahve ismarlamaya niyetlendi. Ben kendisini cok acik fikirli bir sempatik buldum. O, herseyi '' hegemonya'' uzerinden okuyordu ve soylemin, dilin, sembollerin, renklerin, davranislarin onda anlami buyuktu. Ben de gerek cocuk gelinler, gerek Sunnet ve Vicdan-i ret gibi konularda arastirma yaptigimdan konusacak cok seyimiz oldu. Hakan yorgundu. Zeliha da dinlemeyi cok seviyordu. Yonca hocam bir ara masadan kalkti ve caylari hanimlarin servis edecegini soyledi ve bize de lafi koydu tabi. Ben ayaklandim  ve peslerinden gittim. Cay ve kahveleri ben tasidim. O aksam, her alanda cok esit olmali ve asla pot kirmamaliydim ve erkeksilesme , kadinin siyasetteki konumu konularinda bir otorite haline gelmis bir kisiye karsi kendi tavrimi de belli etmeliydim. Konular dondu dolasti ve benim ingilizce konusma becerime geldi. Tercuman oldugumu soyledigimde bana elinde iki paragraflik bir cevirisinin oldugunu soyledi ve benim bu cevirip yapip yapamayacagimi sordu. Ben de memnuniyetle deyip, paypal hesabimi adres gosterdim :) Bu guzel sohbet bitti ve otobus duragina gittik. Durakta bekleyen diger genclere otobusun gecip gecmedigini sorduk . Onlar da son otobusun gecmek uzere oldugunu soylediler. Bekledik ... bekledik.. hava soguktu. Taksiler insan avina cikmisti. Yurumeye karar verdik. Cunur'e kadar yurudugumu hatirliyorum. Ve daha sonra ellerimiin dondugunu. Bu arada son 500 m de sansim yagver gitti ve bir abi durdu beni goturdu. Yine son dakika sansiydi. Gunun kari ise, erittigimiz yaglarimiz oldu sanirim. Bir kac sefer daha yurusek tig gibi olacagiz hepimiz :),. Iyi bir hafta diliyorum. Vizeler de baslamak uzere. Ilk sinavimin nasil gectigiyle ilgili bir yazi yazarim belki ;)

Furkan
10.04.2014
Isparta

31 Mart 2014 Pazartesi

Afyon Kocatepe Universitesindeydik ...

Merhaba mini mini birler caliskan ikiler,
Gecen hafta, Suleyman Demire Universitesi sosyoloji klubu ve ozelde Hakanin katkilariyla Kocatepe universitesindeydik. Sosyoloji platformu adi altinda sekillenen bir grup ogrenci, hem sosyal bilimler okuyan ogrencilerin okuyabilecegi dergiler cikariyor ( Panopticon ve altamira) hem de degerli universite ogretmenlerini sunum yapmak uzere gittikleri universitelere davet ediyor. Bu sefer bu platform Afyondaydi. Afyon,  kapladigi alan bakimindan buyuk, fakat nufus bakimindan kucuk bir sehir. Daha cok Amerikanin ucsuz bucaksiz basibos vadilerini andiriyor. Patates tarlalari uzaniyor. Her daim soguk, buz gibi. Gunesin pek de giremedigi illerimizden biri. Kurtulus savasinda ve Istiklal mucadelesinde Ataturkun  onemle durdugu yerlerden biri. Turkulere konu olmus Karahisar kalesi ve Gurmelere konu olmus kaymak, lokum ve sucuk da Afyonun zengin mutfaginin unsurlari diyebiliriz. Afyonda, eglence hayati ve gece hayati dans, disco gibi faaliyetler bulmak neredeyse imkansiz. Muhafazakar bir halki var. Ben ordayken 2014 yerel secimlerinin hazirliklarina sahit oldum. Parti arabalari mehter marslari caliyorlardi. Sanki Afyon kalesi dusmandan aliniyordu. Genelleme yapamasam da Afyonun insani sokakta, yollarda birbirlerine belden asagi rahatlikla kufur edebilen insanlardan olusuyor. Sehirde cok fazla zengin var. Fakat giyim tarzlari onlari ele vermiyor. Tuccarlarin tamami zengin. Bu arada Afyonlular Almanyaya epey bir goc vermis zamaninda. Sehirde Alman-Turk kardesligi var. Hatta Alman kizlariyla evlilikler de oldukca yuksek bu sehirde. Kocatepenin kampusu oldukca genis. Kampusun icinde otobus dolasiyor; fakat bir o kadar da daginik. Otobusler gec geliyor. Ogrencilerin bahar ayindan itibaren daha mutlu olacaklarini dusunuyorum. Nitekim bu afyon ayazinda otobus duraginda beklemek hic kolay olmasa gerek. Platformdan konusalim biraz da. Onur Uca ve Baris yildirim gibi degerli akademisyenler bu platforma tesrif ettiler.  Sanirim dergilerin konulari ile paralel gidiyorlar. Bu bulusmanin konusu da '' Toplumsal hareketler'' idi. Gezi olaylari tartisildi. Bu konularin yanisira, Paris komunu, Medya, devrimci sinema, Futbol, siddet ve futbolun kuresellesmesi , sosyal medya sansuru gibi konular da tartisildi. Bu platformda sunum yapmadim. Fakat Anilin Classtres sunumunda bir soru sormakla yetindim. Sorum, Classtres'in devletsiz toplumundan Anarsizmin ortaya cikip cikamayacagi ile ilgiliydi. Ses kayitlari ve kamera ile firsat buldukca oturumlari tek tek kayida aldim. Platforma ilgi cok azdi. Bu beni sasirmisti. Hatta organizatorlerden Fadime, son dakika bu bulusmanin iptal olma olasiliginin bulundugunu soylemisti. Sanirim universitede mhpli genclik bazen toplantilari sabote ediyormus. Bunu da ogrenmis olduk. Ben, bu universitede bilimin yapildigini dusunmuyorum. Daha cok baskici bir rejim yonetiyormus gibi geldi. Hakim ideoloji disinda bir soylem gelistirdiginizde salonun hemen arkasinda bekleyen guvenlik gorevlisi telsizi ile '' dit dit '' sesleri yaparak mesaj veriyor. Ustelik, konusulanlar karsisinda salonu terk edip giden bir tayfa var ki gormeniz lazim. Hosuna gitmeyen bir konu, goruntu ya da soylemi fark ettigi anda salonu terk ediyor. Ben bu kisilerin salonu terk etmek yerine insancil bir yolla '' ben bu gorunusunuze katilmiyorum'' demesini beklerdim. Ama yanilmisim. Afyondan  yepyeni arkadasliklar kazanarak dondum ve tabi bir kutu kayamakli lokumla :) Daha fazla bilim konusulabilirdi. Nisanda Aydinda gorusmek uzere ! Sunnet : Ortadogu orneginde bedenin sakatlanmasinin Psikolojik ve Antropolojik kokenleri baslikli sunumuma herkesi beklerim.
Gut. Bis spater !
27-28 Mart 2014 Afyon Kocatepe Universitesi  


25 Şubat 2014 Salı

Golcuk Krater Golu ziyareti, Isparta ve Sosyoloji

Merhabalar, 
Gectigimiz aylardan bugune kadar hayatimda onlarca sey oldu. Sansliyim ki cogu iyi seyler. Ama hayati tersten yasayan biri olarak kimi zaman sasiriyor insan. Mesela 4 yil aradan sonra okula donmem ve su anda sosyolojide son sinifi okumam gibi . Son ziyaretim Gurcistana idi. Tabi ki ondan once Trakya turu yaptim saolsun kuzenim davet etti. SDU ye kaydi yaptim ve Ispartaya geldim. Bir kac  hafta oncesinden geldim aslinda. Felsefe hocam beni agirladi. O sirada Sagalassos antik kentine bir cikarma yaptim Kaanla. Cok iyi bir geziydi . Derken, istanbula geri dondum. Valizimi topladim ve SDU ye geldim. Cunurde bir aparta yerlestim. Burasi cok sessiz, munzevi bir yerleske. Bati yerleskesi tarafindayim.   Haftada 2 gun spora gidiyorum. Hafta sonlari otostop cekebilecegim yerlere gidiyorum. Mesela gecen hafta golcuk golune gittim. Bu arada ev arkadasim da genc bir cocuk. Ismi hakan. Onu da goturuyorum gittigim yere. Cok hevesli ve enerji dolu :)  Neyse, Golcuke aslinda otostop cekerek gidecektik,. fakat bir turlu araba durmadi.  Hakan bunun Ispartalilardan kaynaklandigini soyluyor . Ben ise sanssizlik. Tabanlara kuvvet dedik ve tam 14  km yuruduk belki daha fazla Google maps oyle soyluyor.  Yolda Pitbul  kopegin kovalamasi, susuzluk, yakaoren koyunde gordugumz dev alman ticari tiri ve son anda buldugumuz cesme. Yollarda bir suru fotograf cekildik. Golcuge vardigimizda cilglik attik. Cok sevinmistik amacimiza ulastigimiz icin :) Golcukte 2-3 saat kadar fotograf cektigimizi hatirliyorum. Sonra bir ara ben Gole girdim gol manzarasi cekebilmek icin :) Artik hava sogumaya basladi ve biz golde usumeye de baslayinca bizim motorcu arkadaslar geldi ve isparta ya yol aldik. Iyi maceraydi . Belki haftaya Kovadayan gideriz. :) Yaptigim turlara eslik etmek isteyen, ben de otostop cekebilirim ve dogaya asigim diyenler, bana facebook uzerinden ulasabilir. 

https://www.facebook.com/furkan.arisoy1 
Bir sonraki gezide bulusmak uzere! 




23.02.2014
ISPARTA






Kanlı ay tutulması ve tüm burçlara etkileri ( 27 Temmuz 2018)

KANLI AY TUTULMASI KOÇ BURCUNA ETKİLERİ Bu Merkür gerilemesinde 19 ağustos'a kadar aşk hayatınıza veya çocuğunuzla olan ileti...